Ana içeriğe atla

Modern Psikoloji Mağduru Olmayın



eleştirel psikoloji ile ilgili görsel sonucu

Allah'ın Adıyla 

Batılı tarih kaynakları modern psikolojinin kuruluş tarihini 1879 olarak kabul ederler. Modern psikoloji kurulduğu ilk günden bugüne kadar bağımsız bir bilim olmamıştır. Ve bugünde modern psikolojinin bilimsel tutarlılığı ve gerçekliği bir çok psikolog ve bilim insanı tarafından halen tartışılmakta.
Modern psikolojinin bilimsel olup olmadığından daha öte bizler için önemli olan üniversitelerde ve eğitim kurumlarında hiçbir tartışmaya kapı aralamadan gençlere bilimsel hakikatler olarak dayatılan modern psikolojinin oluşturduğu tehdit ve tehlikelerdir.
Sulta sisteminin kontrolünde hikmetsizleşen bilgi, Batı emperyalizminin doğruyu ve hakikati aramada kullandığı bir değerden öte, diğer toplumlar üzerindeki egemenliğini devam ettirmek için ürettiği, biriktirdiği ve kullandığı bir araç halini almıştır. Birçok ana akım profesyonel bilim dalı gibi psikoloji de bir disiplin olarak güç odaklarının devamlılığını sağlamak ve statükoyu korumada önemli bir role sahiptir. Bu nedenle de toplumları her zaman ileriye taşımış olan ve her müminin yitik malı olan bilgi, günümüzde çok acımasız bir silaha dönüşebilmekte.
Modern psikoloji özelinde bu durumu incelediğimizde bilimsel düşünce ve kuramlar adı altında nasıl toplumların asimile edildiklerini ve kapitalist düzen ve ahlak yapısının birer çarkı haline getirildiklerini vahim boyutlarıyla görebilmekteyiz. Modern psikolojiyi bu anlamda tehditkar kılan en önemli özelliği sulta sisteminin devamı için araçsallaştırdığı ideal insan tanımı ve insana yüklediği anlamdır. Burada sözü edilen ideal insan tanımı ise doğrudan modernizmin öngördüğü seküler insan modelidir.
Modern psikolojide temel alınan ben/ego kavramı tanımlanan insan modelinde kutsallaştırılmış ve “ben”i besleyen  her türlü nesne ve kaynak “ego”yu tatmin ettiği için yüceltilmiştir. Ana akim psikoloji, özne oluşun ve failliğin kaynağını tekil bireyin içsel zihinsel faaliyetlerine atfederek bireyci ve kognitivist bir insan modeli sunuyor. İslam’da yok edilmesi gereken bencillik, kendini yüceltme ve sadece haz arayışı içerisinde olma modern psikolojide ideal insan halini almıştır.
İnsanı ben merkezli ve haz arayışı içerisinde tanımlayan modern psikolojide Sigmund Freud gibi 2. Dünya Savaşını tecrübe etmiş ve insanların birbirlerine neler yapabildiklerine yakından tanıklık edebilmiş isimlerin etkisi olmuştur. İnsanı ontolojik olarak kötü kabul eden bu anlayış insanın karakter ve kişiliğini oluşturan temel paradigmaları cinsellik ve saldırganlık olarak görmüş ve insanın temel içgüdüsünü haz ve zevk arayışı olarak nitelendirmiştir. Carl Jung gibi isimler her ne kadar bu paradigmalara karşı çıkarak insanı cinsel arzuların bir kölesi ve kişiliğin kaynağı olarak görmeyi ret etseler de modern psikolojinin ideal insan tanımı içerisinde sığlaşmışlardır. En başta da insanı doğuştan kötü kabul etmek ve bu ön kabul üzerine ideal insan tanımı yapmak, modern psikolojinin temelini oluşturmaktadır.
Rene Descartes ile başlayan ruh-beden ikiciliği (düalizm) modern psikolojide önemli bir yer tutar. Zaman içerisinde zihin-beyin tartışmasına dönüşen bu kavram modern psikolojide tekçiliğe (monizm) evrilmiş ve zihin-beyin ayrımına karşı çıkarak, insanı beyindeki kimyasalların bir bileşkesi olarak görmüştür. Özellikle Descartes’in kendi düalizmini yeterinde açıklayamaması ve zamanla beynin zihinsel düşünceye olan etkilerinin ispat edilmesi tekçiliği yani materyalist düşünceyi ön plana çıkarmıştır. Bu anlayış nedeniyle de insan, modern psikolojide tamamen maddi bir olgu ve gerçeklik olarak kabul edilmiş ve insandaki problemler, beyindeki nörobiyolojik süreçlerin bozulması şeklinde düşünülerek ilaç tedavisi esas alınmıştır.
Temelinde felsefi bir tartışma barındıran bu anlayış, insanı tamamen kimyasal maddelerin bir bileşkesi olarak görüp, onun karşılaştığı sorun ve problemleri ben/ego ve haz merkezli çözümlemeleri ile insanı akıl yürütme, muhakeme, vicdan, tevekkül ve sabır kavramlarından tamamen soyutlamaktadır.  Öyle ki bu modern bilim bize ar ve haya duygularından nasıl kurtulacağımızı dahi öğretmekte. İnsanda var olan utanma duygusu ve haya etmeyi bir hastalık olarak gören bu anlayış utanma duygusunu ortadan kaldıracak ilaç geliştirmekte ve bunu artık haya etmek istemeyenlere para ile satmaktadır.
 Bizlere normal ve anormal insan tanımı yapan psikoloji normal insan tanımında beslendiği ideolojiyi insanlara dayatmakta ve ona ters gelen ilke ve değerleri anormal görmekte. Oysaki normallik ve anormalliğe dair yargılar temelde kültürel ve sosyal normlara ait kavramlardır. Modern psikoloji hastalık olarak gördüğü anormallikleri sözde bilimsel temellere dayandırarak aslında kültür emperyalizmini sinsice toplumlar üzerinde oynamakta.
Modern psikolojideki bir diğer önemli sorun ise psikiyatride hastalıkların tanımlanması ve sınıflandırılması için kullanılan el kitabı (DSM) dır. DSM’nin her baskısında psikiyatrik tanı kategorileri sayısı artmaktadır. Öyle ki modern psikolojisi anormallikleri normale çevirmek yerine her yıl anormalliklerin sayısını artırmaktadır. Tabi DSM’nin  bilimsel gerçekliklerden uzakta politik tartışmalar, kültürel değerler ve sigorta şirketleri ile daha güçlü ilişkisi vardır. Bugün üniversite ve eğitim kurumlarında okutulan psikolojideki ders kitapları DSM etrafında şekillenmektedir. Bu ise psikolojide farklı bakış açılarına izin vermemekte ve psikolojinin belirli bir kuram ve ideolojinin kontrolünde olmasına neden olmaktadır.
Maalesef İslam toplumları ve sulta sistemi altında ezilen mustazaf halklar kendi bilgi kaynaklarını geliştirmedikçe ve yeni bilgiler üretmedikçe sadece modern psikoloji temelinde değil emperyalizmin her alanındaki sömürüsü altında yaşamaya mahkum kalacaklardır. Tamamen taklitçi, kendi ilke ve değerlerinden uzakta modern kesinlikler üzerine hareket eden bir toplum, bilgi ve bilim üretmekten de aciz kalacak evrensel ahlaki yapılar geliştiremeyecektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Holokost Endüstrisinin Filistin'i İşgal Tohumları

Yeni dünya düzeni kendi tarihini yalanlar ve iftiralar üzerine bina ederek, istediğini şeytanlaştırmakta ve istediğini dünyanın en mazlumu gösterebilmekte. Bunu yaparken elde ettiği bilimsel ve teknolojik kazanımları kullanarak birer işgal ve sömürü malzemesi olarak gördüğü sulta sistemini ve kurumlarını diğer halklara dayatmaktadır. Bu yeni dünya düzeninin sahipliğini yapanlar ise bugün adına” uluslararası toplum” dediğimiz ve kendilerini dünya halklarının egemeni olarak gören sulta sisteminin kendisidir. Şeytanları melekleştiren bu sistem, yeryüzünün hamiliğine soyunmakta ve yeryüzünde bozgunculuk çıkartarak kendisini iyiliği emredenlerden göstermekte. Şehid Mutahhari (r.a.) bir hikaye nakleder ve der ki: “Köylerinde minare olmayan ve ömürlerinde hiç minare görmemiş olan bir kaç köylü, hayatlarında ilk defa şehre giderler. Daha önceden minarenin adını dahi duymadıklarından ve ne olduğuna dair bir fikir sahibi olmadıklarından dolayı karşılarına çıkan caminin minaresini görü

Köhneleşmiş Hamasetler

Müslümanlar olarak modern, seküler kesinliklerin kültürümüzün, yaşantımızın ve kurduğumuz tüm ilişkilerin içerisinde yer alıyor olması, bizlerin büyük bir zihinsel çöküş ve derin bir kültürsüzlük yaşamasına neden olmaktadır. Modern ve aydınlanmacı paradigmalar üzerinden zihin dünyamızı ve beraberinde kültür yaşantımızı direniş gerçeğinden soyutlayarak, pragmatist ve statükocu bir renge bürümekteyiz. Tarihe sorular sormayı terk etmiş bir toplum halini alırken, İslam-i dili ve duruşumuzu kaybederek zihinsel dünyamızı hareketsiz bırakmakta ve kendi gündeminden uzakta geçmişçilik ile romantizm yaşamaktayız. İçinde bulunduğumuz romantik öykülenme ve ardı sıra gelen tekrarlar zihinleri muhafazakarlaştırarak düşünsel tembelliğe neden olmaktadır. Düşünsel ve siyasi tüm sorun ve krizlere geçmişin ufkundan bakarken, toplumda yapısal değişimler ve dönüşümler sağlanamamakta. Modern,seküler ve neoliberal kesinlikler üzerinden bir hayat geliştirirken İslami bir medeniyet ve yaşantıdan bahset